15 Eylül 2019 Pazar

TERAPİDEN V

Öylece bitkin bir şekilde koltuğa kendini bıraktı. Bir süre sessiz ve anlamsız bir şekilde yüzüme baktıktan sonra bakışlarını yere çevirdi. Bir şeylerle meşguldü zihni ama sanki bunları bana anlatacak hali bile yok gibiydi. Biraz kendi halinde kaldıktan sonra “kolumu bile kaldıracak halim yok. Buraya nasıl geldim ona bile şaşırıyorum. Sanki aylarca uyusam üzerimdeki yorgunluğu atamayacağım gibi hissediyorum” dedi.

Bu gibi cümleler duyunca içimi yoğun bir merak kaplar; kendimi frenlemekte zorlanacağımı hissettiğim zaman içimden “sakin ol ve bekle” diye kendime telkinde bulunurum. Çünkü bilirim ki; onu dinlediğimi ve onunla ilgilendiğimi zaten bilir karşımdaki, öyle olmasa bu bitkin haliyle kalkıp gelmezdi. Yaşadıklarının umursandığı bir etkileşimde olduğunun çok farkındadır. Böyle bir duygusal iklimde olmak insanı her zaman –ne yaşıyor olursa olsun- yaşama bağlar. Son zamanlarda eskisinden çok farklı idi. Hayata tutunma isteği hem benim hem de etrafındakiler tarafından çok net gözlemlenebilir hale gelmişti.  

Peki ama bu filizlenen yaşama tutunma azmine, umuduna ve coşkusuna ne balta vurmuştu. Neden içindeki bu taze, canlı ve yeşillenen alana ulaşmasını engelleyen o yıkıcı, yutucu ve çoraklaştırıcı tarafı bu kadar saldırgan bir şekilde hortlamıştı ve şimdiye kadar filizlenen bu körpe tarafını yıkmaya çalışıyordu. Ben kafamda tüm bu sorularla onu bekliyorken konuşmaya başladı. Bunu yapması içime su serpti açıkçası. Çünkü bu içerdeki canavara karşı pes etmediğini gösteren harika bir meydan okuma idi. 

Onunla ilk tanıştığımız zamanları hatırladım; bu tür durumlarda aylarca başını yastığından kaldıramaz, onu yaşama bağlayacak her türlü çabayı geri püskürtürdü. Buna rağmen acaba ne kadar mücadele edecek, bugüne kadarki kazanımlarını ne kadar kullanacak, yaşam enerjisi mi galip gelecek yoksa yıkıcı/ölüm enerjisi mi diye düşünürken, “niye böyle hissediyorum bilmiyorum” dedi ve devam etti: “oğlum beni yormaya devam ediyor hala ama daha öncekilerden çok da büyük bir sorun olduğu söylenemez. Onun bana meydan okumaya ihtiyacı olduğunu hissediyorum. Bir kimlik edinmeye çalışıyor, rüştünü ispatlamaya çalışıyor, gücünün sınırlarını sınamaya çalışıyor. Onun bu haklı mücadelesini eskisinden daha iyi anlıyorum ve ona saygı duyuyorum. Önceleri bu isyanından o kadar endişe duyardım ki; panikle saldırganlaşırdım, onu kısıtlamaya çalışırdım. Onu ne kadar küçük düşürdüğümü, kendine saygısını zedelediğimi artık daha iyi anlıyorum”.

Nasıl da güzel anlatıyordu. Yavaş yavaş enerjisinin değişmeye başladığını hissedebiliyordum. İşte tüm kazanımları orda duruyordu ve üzerine örtülen yıkıcı enerjiyle dolu örtü kalkmaya başlamıştı. İçindeki canavarı ne tetiklemişti acaba?

“Keşke bana da bu saygı gösterilseydi” derken gözünden yaşlar sicim gibi döküldü.

“Oysa 50 kusur yaşında bir adam olduğumun hala farkında değil annem”.

Evet işte şimdi anlaşılır olmaya başladı hikaye ve sanırım bunu onun ruhu da biliyor . Tek eliyle burnunu silerken sanki karşımda sümüğünü kazağının koluyla silerek, iç çeke çeke haykıran küçük bir çocuk vardı.

“Bana söyler misiniz; neden bir anne çocuğunun başarısızlığından mutlu olur? çünkü ben anlamakta zorlanıyorum.  Bu hafta annem bizdeydi ve oğlumla tartışmamıza şahit oldu. Belki o olmasaydı tartışma bu kadar büyümezdi bile. Fakat sürekli oğluma “babanla böyle konuşma, terbiyesizlik yapma” vs. cümleler kurarak onun daha da yükselmesine sebep oldu. Bana o kadar tanıdık geldi ki o an yaşananlar. Oğlumu o kadar iyi anladım ki. Belki de bu sayede ona daha empatik yaklaştım ve onu sakinleştirmeyi başardım. Ama en çok ne ağırıma gitti biliyor musunuz? Tartışmanın bir noktasında oğlum kapıyı çarpıp odasına kapandı. O an annemin gözlerindeki o ışıltı. Sanki zafer kazanmış bir komutan gibiydi. Sanki oğlumun karşısındaki çaresizliğim hoşuna gitmişti. Sonra dudaklarından şu cümle döküldü: “her şeyi çok biliyorsunuz ya işte sonuçları”.

 

Annesi hakkında sorduğu soru çok haklı bir soru idi ve bunu anlamakta zorlanması da umut verici idi. Çünkü eminim ki az çok normal aile geçmişleri olan insanlar, bu tarz öyküleri dinlerken bir şüphecilikle yaklaşırlar. Annenin ifadelerinin bu kadar büyütülecek şeyler olmadığını düşünebilirler. Annenin ifadelerine yüklenen anlamın biraz paranoyak bir bakış açısının ürünü olduğu düşünülebilir. Evet, bu haklı yanları olan bir şüphedir. Sanırım işin özünü de bunu yaşamayanın anlayamayacağı bir şeylerin döndüğü bu garip ilişki tarzı oluşturuyor. Çünkü bireyde bu negatif algılama kapasitesini yaratan, bu yüksek duyguları yaşatan ve bu duyguları yönetmesini imkansız hale getiren, kendi yaşamsal varlığını sürdürmesini bloke eden şey, işte tam da burada gizli. O yüzden bunun benzerlerine maruz kalana bu hikaye çok tanıdık gelirken, yaşamayana çok da anlamlı gelmez. Çünkü bir annenin –ya da babanın- sevgisinin varlığına ve kutsallığına duyulan inanç neredeyse evrenseldir. Fakat maalesef bazı ebeveynler vardır ki; sevme kapasiteleri ve empati kurabilme yetileri gelişmemiştir. Ve buna maruz kalarak büyüyen çocuklar aksi yöndeki tüm kanıtlara rağmen ebeveynlerinin sevgisini kazanmanın mümkün olabileceği umuduyla debelenir dururlar. Onlara göre sevgiye ulaşamamanın en anlaşılır sebebi de; kendilerinin bu sevgiyi hak etmediğidir. Çünkü sadece çirkin, kusurlu ve eksikleri olan bir çocuk sevgi yokluğunun sebebi olabilir. Bu eksiklik algısı da onları sevgisiz ebeveynlerinin sömürülerine çok açık hale getirir.

Bu çocuklar büyüdüklerinde de çok büyük ihtimalle annelerinden /babalarından çok farklı olmayan kişilerle ilişki kurmaya meyilli olurlar.

Sevmeyi bilmeyen ebeveynlerin garip ilişki kurma tarzlarına birkaç örnek vermek gerekirse;

*Bir kısmı;

çocuklarını kendi uzantıları, muhteşemliklerinin yansıması olarak kullanırlar. Çocuklarına karşı çok ilgili ve adanmış gibi görünürler fakat çocuklarının akademik, sanatsal veya sportif başarılarına çok anlam yüklerler. Çocuğu başarılı olduğu müddetçe adeta ona taparlar. Ne var ki çocuk herhangi bir hayal kırıklığına sebebiyet verirse veya onun beklentileri dışında hareket etmeye çalışıp, bağımsız bir kimlik geliştirmeye yeltenirse ona karşı acımasızca cephe alabilirler. Çünkü çocuğu üzerinden elde ettiği “kazanan” olma kimliğini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya bırakılmışlardır. Böyle durumlarda kendi taşıyamadığı aşağılanmışlık duygularını öyle bir boca ederler ki; eminim ki buna kimse maruz kalmak istemez. Çünkü buna maruz kalan için bu öyle bir değersizlik, öyle bir bir utançtır ki; kişi “kazanan” olmak için tüm hayatını buna adamaya hazırdır.

*Bir diğer kısım; 

çocuklarını kendi hissetmek istemedikleri utanç verici kusurluluk duygularının taşıyıcısı olarak kullanırlar . Onları birer “kaybedene” çevirerek kendilerini “kazanan” hissederler veya başarılarını kıskanırlar. Böyle ebeveynler çocukların başarılarını ve pozitif yönde öne çıkan taraflarını hatta varlıklarını görmezden gelir ya da küçümserler. Başarısızlıklarından gizli bir haz duyarlar. Böyle bir muameleye maruz kalan çocuklar keskin bir becerisizlik, koyu bir umutsuzluk ve garip bir tatminsizlik yaşarlar. Çünkü ne yaparlarsa yapsınlar ebeveynlerini bir türlü tatmin edemezler. Hedefler hep çok belirsizdir. Hiç aferin alamazlar, onaylanmış hissedemezler, hep ortalıkta hataları vardır. Onay, ödül, doyum; ne kadar ilerlerlerse ilerlesinler hep kendinden aynı mesafede kalan bir serap gibidir. Bu çocuklar zamanla kendileri de başarılarını görmezden gelmeyi veya kıskançlığın yıkıcılığına maruz kalmamak için gizlemeyi öğrenirler. Daha da ileri boyutta yıkıcı ebeveynle özdeşleşen kendi içlerindeki yıkıcı parçaları, başarılarına ve hatta yaşama tutunma çabalarına zorbaca saldırır.

 

Sonuç olarak;

Tarzı nasıl olursa olsun sevgiden yoksun bir ebeveynle büyümüş çocuklar, hayatları boyunca kabul görmek için kendilerini deforme edip başkalarının ihtiyaçlarına ve beklentilerine uyum sağlamaya çabalarlar.  Böylece ömürleri boyunca ebeveynlerine benzer psikolojik yapıya sahip bencil, istismarcı kişilerin doğal avı haline gelirler. Özsaygıları zehirleyici seviyedeki bir utançla zedelendiği için hata yapıp içlerinde olduğuna inandıkları ve saklamaya çalıştıkları o kusurlu, eksik ve sevilmeye layık olmayan taraflarını gizlemek için bir ömür harcarlar.


NOT: Bahsi geçen şahıslar, durumlar ve olaylar seanslardan esinlenmiş olmasına rağmen tamamen hayal ürünüdürler. Pek çok psikoterapi seansından yola çıkılarak, terapiye dair meseleleri canlı resmetmek adına yapılan derlemeler niteliğindedirler. Tek bir gerçek şahsın gerçek hikayesini yansıtmamaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder