25 Eylül 2016 Pazar

PSİKOTERAPİ SÜRECİNDE PROGNOZUN ve TERAPİYE SADAKATİN ÖNEMİ



Prognoz bir hastalığın muhtemel seyrini, süresini ve sonuçlarını tahmin etmeye verilen isimdir. Prognozu etkileyen birçok faktör vardır.

•Hastaların yakınmalarını kendilerine göre bir nedene bağlayıp bağlayamamaları, ortaya çıkarıcı nedenleri anımsayıp anımsayamamaları önemlidir. Bir hastanın ruhsal yakınmalarını ruhsal nedenlere bağlayabilmesi, psikolojik zihinselliğin ve içgörünün bulunduğunu gösterir. Genelde yakınmalarıyla ailesi, kendi davranışları ya da anımsanan bir çatışma arasında bağlantı kurabilmek olumlu prognostik ölçütler arasında yer alır.

Özellikle borderline patolojilerde entegre olamamış iç ruhsal yapı yüzünden kimlik bocalaması içinde olan hastanın belirtileri uzun süreden beri varolan kronik belirtilerdir ve ortaya çıkarıcı nedenler belirsizdir. Dış nesnelerden korkuları tedaviye de yansıtılmakta ve bu durum tedaviye karşı motivasyonu engellemektedir.

•Hastanın yakınmalarına karşı tutumu, hastalığından rahatsız olup olmadığı da önemlidir. Örneğin hastanın yakınmalarından rahatsız olup onlardan kurtulmak istemesi, belirtilerin süresinden bağımsız ve olumlu bir prognostik ölçüttür.

•Öte yandan, hastalıkla başlayan başarısızlık, verimliliğin ve yaratıcılığın azalması olumsuz ölçütlerdir. Hastanın kendi kendisini nasıl algıladığı, kendisine saygısının azalıp azalmadığı da çok önemlidir. 

Prognostik ipuçlarını takip etmek terapistin süreç içerisinde, terapinin bütünlüğünü, esas hedefini, vizyonunu gözden kaçırmayıp, nerde olduğunun sürekli farkında olmasına yardımcı olacaktır.

Winnicot (1962), annenin kucaklama, kuşatma, çocuğun her ihtiyacı olduğunda orada olarak çocuğunun kendiliği için güvenli ve kolaylaştırıcı bir çevre hazırlama işlevlerini düzenli olarak başarmak zorunda olduğunu ifade eder (Winnicot, 1962). Bunun klinik karşılığı terapist-hasta arasında yaşanan süreçte yaşantılanır. Bu süreç içerisinde hasta zaman zaman terapistin özel alanına son derece ağır ve sarsıcı bir şekilde müdahalelerde bulunur. Hastalar terapötik çerçevenin sınırlarını aşmalarına rağmen terapist, hastanın yarattığı girdaba düşmez, bunları kendi egosunda abzorbe eder ve duygularını izleyerek gözleme geçmelidir. Bu gözlemler sonucunda da bir takım terapötik girişimlerde bulunarak yoluna devam etmeye çalışmalıdır. Herşeye rağmen terapinin devam edebilmesinin yarattığı bu güvenli alan kaçınılmaz olarak yeniden yapılandırıcı bir işlev görür.

Terapist bir taraftan hastaya “ne olursa olsun seninleyim” mesajını verirken, bir taraftan da “hastanın, patalojileri yüzünden üstü örtülmüş kapasiteleri ile derinden sezgisel bir iletişim içindedir. Terapist hastanın bu üstü örtülmüş kapasilerine bakarak, hastanın kendisinin göremediği geleceğini görebilme yetisi içerisindedir. Freud’un terapist veya analisti bir kayanın içinde saklanmış heykeli gören heykeltıraşa benzettiği analojisi de bunu vurgulamaktadır. Terapist her durumda süreçten kopmayarak ve hastanın süreç sonundaki durumunu görebilerek ve en önemlisi buna inanarak yürüttüğü içsel yapılandırma işlemi terapinin temel unsurlarıdır. Bir hasta terapistine çektiği acıların son bulup bulmayacağını sorarken aslında terapistinden “potansiyeline ve başarılı olacağına dair inancının olduğunu” teyid etmesini istemektedir.

Bütün bunlara dayanarak terapistin, hastanın her türlü direncine, işgaline, manipülasyonuna rağmen hayatta kalabilmesi :),hastaya dair bir vizyonunun olması ve bu vizyonuna dair inanç taşıması bir terapi sürecinin bel kemiğidir. Bu temel tutumlara sahip olmak, gerek sürecin başında gerekse farklı aşamalarındaki prognostik ip uçlarına dair sürekli bir farkındalık haline ihtiyaç duymaktadır.

Kaynak: Macit, Hülya. "Psikoterapi Sürecinde Hastayı İyileştirici Etmenler". İstanbul. 2006.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder